Uykulu bir cumartesi sabahı,saat henüz sabahın 05:00’i, havaalanı epey sessiz ve huzurlu.
Günaydın kahvesi ile ayılma ve sonrasında uçma vakti.Sürekli gözlerin tarih aradığı bir şehirde önce kısa bir gezintiye çıkıldı. Arada derede kalmış terk edilmiş kerpiç evler ve kendi başına kalmış camisiz minareler. Bütün gezi boyunca aklımdan çıkmayan bu soru, neden minareler camiden bağımsız ve şerefesiz olur. Ya tek başına bir köşe başındalar yada caminin başka bir köşesinde.
Battalgazi Ulu Cami /1224
Malatya’nın günümüze kadar gelmiş kerpiç evleri öyle gösterişli ki bütün detayları göz kamaştırıyor. Yalnız modern dünya kerpiç yapıya dönerken Türkiye kerpiç yapı imal etmediği gibi kerpiç yapıları birer birer yıkmaktadır. Malatya’da ahşaptan oluşan binalar yok denecek kadar azdır. Zamanında özümüz sözümüz topraktı şimdi ise beton oldu.
2009’da Restorasyonu tamamlanan Beşkonaklar
Malatya yolu üzerinden Nemrut’un o virajlı ve toprak yollarında geçen tam iki saatlik bir yolculuk.. Ama öyle güzel bir vadiden çıkılıyordu ki tepeye sıkılmak mümkün değil. Sağlı sollu karlı ve sincaplı yollar.
Ve Nemrut, bizi karşılayan 2.150 m yüksekliğinde ki muhteşem manzara.. Böyle güzellikte ki heykellerin üzerilerini örtmek istedim, daha fazla hava koşullarından zarar görmesinler diye..
Tarihinden söz edersek eğer, Kommagene kralı Antiochos Theos, MÖ 62 yılında bu dağın tepesine, pek çok Yunan ve Pers tanrısının heykelinin yanı sıra kendi mezar-tapınağını da yaptırmıştır. Mezarda, bir kartalın başı gibi, tanrıların taş oymaları bulunur. Heykellerin diziliş şekli hiyerotesyonolarak bilinir.Mezarda 1881 yılında Almanmühendis Karl Sester tarafından kazı çalışmaları yapılmıştır. Daha sonraki yıllarda yapılan kazılarda da Antiochus’un mezarı bulunamamıştır.
Malatya da son gün gidilen levent- seyir terası ve tescillenmiş yükseklik korkum, bütün vücudumda hissettiğim uyuşma. Aşağıya bakamasam da o camlı döşemeye çıkabilmek benim için oldukça cesaretli bir davranıştı. Her şey iyi güzel Malatya yolculuğu biter, deli yağmurlu İstanbul bizi bekler.